Ozan Ceyhun: AB Türkiye’yi üye yapmamakla kendi ayağına kurşun sıkıyor
Gurbetçi olarak gittiği Almanya’da önce Yeşiller Partisi’nden 4. dönem daha sonra Sosyal Demokrat Parti’den 5. dönem Avrupa Parlamentosuna Türk milletvekili olarak seçilerek yaşadığı ülke Almanya’ya hizmet eden Ozan Ceyhun, bugünde siyasetin içinde olan biridir. Ceyhun, daha önce Almanya’dan seçilerek AP milletvekili olarak bulunduğu Brüksel’de bu kez anavatan Türkiye için çalışmalarına devam eden Ozan Ceyhun, AVRUPA’nın SESİ gazetesinin sorularını yanıtladı.
Sayın Ozan Ceyhun bizlere biraz kendinizden bahsedermisiniz?
Ozan CEYHUN: 1960 yılında Adana’da doğdum. Annesi Rizeli, babası Adanalı olan Laz ve Yörük karşımı bir insanım. Ancak Laz akrabalarımın yanında büyüdüğüm için Laz yanım daha ağır basıyor. 12 Eylül 1980 Askeri darbeye kadar Türkiye’de yaşadım. Darbe nedeniyle 20 yaşında bir üniversiteli genç olarak Türkiye’yi terk etmek zorunda bırakıldım. Uzun yıllar sonra tekrar anavatan Türkiye ile kaynaşmamı Cumhurbaşkanımız sayın Recep Tayyip Erdoğan’a borçluyum. Başbakan olduğu dönemde Türkiye’nin kaybettiği birçok insanı yeniden Türkiye’ye kazandırdı. Bizleri anavatanla barıştırdı, içimizdeki anavatan sevgisini yeniden alevlendirdi. Cumhurbaşkanımız sayesinde yeniden T.C vatandaşı oldum ve gittim bedelli askerlik yaptım. Recep Tayyip Erdoğan’a inanan, onun yolunda giden, yeni Türkiye’nin demokratikleşmesi için canla başla koşturan, yeni Türkiye’de anaların ağlamaması için yapılanlara değer veren, Kıbrıs’ta sorunların çözümü için çalışan, yeni Türkiye’nin Avrupa Birliği nezdinde istediği yere gelmesi için çaba sarf edenlerden biriyim.
Siyasete neden girdiniz, beklentileriniz nelerdi?
12 Eylül Türkiye’si öncesi lise veya üniversite öğrencisi olarak zaten siyasete müdahildik. Kemalist oligarşinin Türkiye’sinde yani ergenekonların, askerlerin ve o dönemin sermayesinin Türkiye insanını başörtüsü yasakları ile dini öcü göstererek, “bizi dinlemezseniz şeriat geliyor” diyerek beyin yıkandığı kuşaklardan biriyim ben. Ben de o dönemde dinden korkardım. Necmettin Erbakan, Recep Tayyip Erdoğan gibi isimler söz konusu olduğunda eyvah Türkiye’ye şeriat gelecek diye gösterilen bu isimlere karşı yetiştirilen gençlerden biriyim. Solcuyduk, askerlere karşıydık, dini değerlere önem veren insanlardan ödümüz kopardı. O koşullarda yetişmiş, siyasete bulaşmış biriyim. Askeri darbe nedeni ile yurtdışına çıkmak zorunda kaldıktan sonra yerleştiğim Almanya’da siyasete atılmam gerekiyor dedim. Siyasete katıldığım yıllarda Almanya’da Türklere kapılarını açan sadece Yeşiller Partisi vardı. Yeşiller Partisi ile fikir, düşünce ve ideoloji anlamında bir olmamama rağmen, partinin sunduğu olanağı değerlendirerek Yeşiller ile siyasete atıldım. Yeşiller Partisi’nde federal düzeyde yönetimine girdim, bakanlık düzeyinde görev aldım ve Avrupa Parlamentosu’na milletvekili seçildim. AP’ye girdikten sonra Sosyal Demokrat (SPD) Partisi ile tanıştım. Bana sundukları olanaklar sayesinde SPD’ye geçtim. Özde Müslüman bir sosyal demokratım. Sosyal Demokrat Partisi’nde Avrupa Parlamentosu milletvekilliği yaptım. SPD’de siyaset yaparken, Kıbrıs meselesi ile tanıştım. Recep Tayyip Erdağan, Egemen Bağış, Mevlüt Çavuşoğlu, Çağatay Kılıç, Ömer Çelik gibi isimlerle tanıştım ve onlarla çalışarak özünde AK Parti gerçeğini tanıma imkânı buldum. AK Parti’nin korkmam gereken bir parti değil, tam tersi Türkiye’nin demokratikleşmesini isteyen, fikir ve inanç özgürlünü isteyen müttefik olduğunu gördüm.
Sizin için siyaset neyi ifade ediyor?
Ozan Ceyhun için siyaset şunu ifade ediyor; Her sabah kalktığımda aynanın karşısına geçtiğimde kendi kendime diyorum ki, Ozan sen imtiyazlı biri olarak doğmadın, unutma sen her zaman sokaktaki insanlardan birisin. Gün gelecek yine oraya döneceksin ve bunu unutmadan siyaset yap diyorum. Yani herkese ulaşılabilir ol. Bizim insanlarımız arasında onlara hava atan ulaşılmayan ukala bir tip olma diyorum. Onlardan biri olduğunu unutma. Siyaseti bir çıkar için değil de bir dava için yapıyorsan o zaman bil ki sen her zaman önce sıradan bir nefersin. Yerin halkın arasıdır. Yani kahveye gideceksin arkadaşlarında sohbet edeceksin ve sıradan yaşamın içerisinde olacaksın. Güzel olanı da budur. Arasından çıktığın insanlara yapabileceğin tüm katkıları sun ama günün birinde de onların arasına döneceğin gerçeğini de unutma. Benim için siyaset budur.
Almanya’da siyasete başladığınız ilk zamanlarda yabancılara ve göçmenlere yapılan ayrımcılığa ağırlık vermiştiniz. Ayrımcılık konusu bugün Almanya’da ne durumda?
Almanya’da Yeşiller Partisi’nde federal yönetim kurulu üyesi olan ve ardından bakanlıkta müşavirlik yapan ilk Türk’tüm. Bu ilkler bana gurur verdi. Almanya deneyimlerimde gördüm ki, biz Türkler istediğimiz kadar Almanya’da Alman vatandaşı olalım ama Türk olduğumuzu asla unutmayalım. Acemilik yıllarımızda bazen biz Almanız deyip ortalıklarda dolaşmışlığımız olmuştur ama özünde büyük bir yanılgı bu. Çünkü biz Türk’üz. Kültürümüz belli, geldiğimiz yer belli. Benim iki oğlum var. Mesela annesi Alman oğlum kolunda kocaman bir dövme taşıyor. O dövmede Türkçe ”kökenim gururumdur” yazıyor. Anne Alman olsa da baba Türk olunca değişmiyor. Almanya’da yayınlanan ‘İnsan Hiçbir Zaman Alman Olmaz’ (Mann wird nie Deutscher) adlı kitabımda oğullarımla yapılan röportajlarda büyük oğlum der ki; “Almanya’da ilginç bir deneyime sahibim. Almanya’da Türklerin arasında girerim, bir kelime Türkçe konuşamasam da Türkler bana senin baban Türk sen bizdensin. Almanların arasında girerim çok iyi Almanca konuşsam da Almanlar bana senin baban Türk sen bir Türk’sün derler”. Bu bir Almanya gerçeğidir. Çocuklarım ayrımcılığı her zaman yaşadılar. İstediği kadar Almanya’da güzel şeyler olsun, istediği kadar Türk milletvekillerin sayıları artsın, istediğimiz kadar sosyal ve ekonomik alanda daha iyi yerlere gelelim şunu asla unutmamalıyız ki; son tahlilde biz Türk’üz. Bu güzel bir şey ve buna değer vermemiz gerekiyor. Bu farklılığımız bizim en değerli yanlarımızdan biridir. Ben Almanya’nın AP milletvekili Ozan Ceyhun olarak Almanya topraklarında Almanya milletvekili ile Belçika’ya Brüksel’e yolculuk yaparken Orhan Gencebay, Ahmet Kaya, İbrahim Tatlıses şarkıları dinliyorsam bu bizim çok güzel yanımızdır. Buna sahip çıkmalıyız.
Türkiye-Almaya arasındaki (ekonomik, kültürel, turizm) ilişkileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Almanya Türkiye ile işbirliği yaptığı takdirde hep kazanan ülkeler konumundalar. Almanya Türkiye’ye Gerhard Schröder döneminde gerçekten yürekten destek verdi. İngiltere ise Tony Blair döneminde Türkiye ile iyi ilişkiler içerisindeydi. Angela Merkel ve Helmut Kohl dönemi Almanya’larında Almanya, Türkiye’yi hep rakip olarak gördü. Eski Türkiye’yi peşine takacağı, götüreceği zararsız rakip olarak gördü. Bir şeyler paylaşılacaksa Almanya Türkiye’ye en küçük yapı verir, Türkiye’de bu payı almak için Almanya’nın peşinden giderdi. Almanya eski Türkiye’yi hep baskı ve kontrol altında tutardı. Yeni Türkiye ise ekonomi, siyasi istikrar ve askeri anlamda Almanya’nın güçlü bir rakibi haline geldi. Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başbakan iken Angela Merker ile Köln şehrinde bir zirvede bir araya gelmişlerdi. İki lideri yan yana gördüğümde güçlü Türkiye ve güçlü lideri ile gurur duydum. Eski Türkiye ile yeni Türkiye’nin devlet adamları arasındaki farkı herkes görüyor. Bu Türkiye farklı bir Türkiye’dir. Yeni Türkiye ile ilişkiler farklı olmalıdır, aynı göz hizasında olmak zorundasınız. Hata yapan hatasının bedelini öder. Bu açıdan bakıldığın hem Almanya’nın hem de AB’nin yeni Türkiye’ye alışması gerekiyor. Biz yeni Türkiye’nin temsilcileri olarak gittiğimiz her yerde aynı duruşumuzu sergiliyoruz. Bazıları bundan rahatsız oluyor ama yapacak bir şey yok alışmaları gerekiyor. Alışmadıklarında sorun sahibi olurlar. AB aldığı kararlarla aklınca Türkiye’ye mesaj vermeye çalışıyor ve sorun çıkarıyor. Gezi komplosu, 17 Aralık cunta denemesi yapıyorlar. Yarında benzeri olayları yaşatacaklar. Ama görüyorlar ki, Recep Tayyip Erdoğan Türkiye’sinde tüm bu yaptıkları boşadır. Bugüne kadar ne yapıldıysa AK Parti her seçimden daha çok oy alarak zaferle ayrıldı. Bana göre 2015 Haziran ayında yapılacak seçimde de Recep Tayyip Erdoğan çok daha fazla oy alarak devlet başkanı seçilecek. Türkiye’nin devlet başkanlığı sistemine geçtiği andan itibaren Türkiye çok daha güçlü ve etkin bir devlet olacak. Türkiye şuanda oligarşi Türkiye’sinin derlerini çekiyor. Devlet başkanlığı sistemine geçtiğinde Türkiye’nin atacağı adımlar çok daha farklı olacak. Almanya’nın değişmiş, güçlenmiş ve güçlenmeye devam eden Türkiye’ye alışması lazım.
Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz? Güçlü bir Türkiye AB ailesine katkısı ne olur?
Ben AB çıkarları tarafından baksam iki dakika dahi beklemeden Türkiye’yi üye yapardım. Türkiye gibi bir üyeye sahip olması AB için bir kazanımdır. Fakat AB’de öyle ülkeler var ki, Türkiye’yi tehdit olarak algılıyorlar. Türkiye açısında bakacak olursak AB, Türkiye için iyi bir projedir. AB’nin alternatiflerine baktığımızda Türkiye gibi modern, demokratik, İslam coğrafyasının ve dünyadaki tüm mazlumların umudu olmaya doğru giden bir ülke olarak, elbette demokratik değerlere, insani değerlere, inanç ve fikir özgürlüğüne değer veren bir ülke olarak ve AB ile aynı yerde yer almak Türkiye için stratejik bir hedeftir. AB, Türkiye’yi üye yapmamakta direnirse ve üyelik süreci devam ederse Türkiye’nin bu işten büyük bir kaybı yok. Türkiye standartlara uyması için atması gereken adımları zaten atıyor. Benim de çok sevdiğim Egemen Bağış’ın söylediği bir söz var. Bağış diyor ki; “Günün birinde AB’ye üye devlet adamları torunlarına hesap verecektir”. Gerçekten günün birinde Merkel’in ve benzere düşüncedeki devlet adamların torunları onlara niçin siz bu Türkiye’yi kaçırdınız ve aramıza almadınız diye hesap soracaklar. Açık ve net söylemek gerekirse Türkiye bir AB üyesi ülke olacakmışçasına, hatta bununda ötesinde Norveç standartlarını yakalama hedefi ile yoluna devam ediyor. Bence AB Türkiye’yi hala üye yapmamakla adeta kendi ayağına kurşun sıkıyor.
AK Parti hükümeti diş politikada “komşularla sıfır sorun” felsefesi ile hareket ediyor. Türkiye’nin komşularla bugünkü ilişkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
AK Parti’nin felsefesi doğru bir felsefedir. Yani Türkiye bulunduğu coğrafyada sıfır sorun üzerine kurulu bir dış politika ile çıktı dışarı. Ama Suriye’de Beşşar Esed diye kanlı bir diktatör var. Türkiye sıfır sorun kapsamı doğrultusunda kendisine “kardeşim gel sen bu ülkede reformları kabul et, biz senin iyiliğin için söylüyoruz, ülkende senin bu despot rejiminle işler yürümez, insan haklarında reformları kabul et, biz sana destek verelim” dedi. Sıfır politikanın ürünü buydu. Esed, bu teklifi reddetti, zulüm oyununu oynadı ve tabi dostluk diye bir şey kalmadı. Irak’ta Nuri Kamil Muhammed Hasan el-Maliki diye densiz bir devlet adamı çıktı. Sadece Şiilere dayalı bir iktidar kurmaya kalktı, Sünnileri ezdi. Türkiye yine komşularla sıfır politika kapsamında Maliki’ye dedi ki; “Ayrım yapma, Irak’ın bütünlüğü bizim için çok önemli ve değerlidir sen yanlış yapıyorsun” dedi. Maliki, tam tesri hareket ederek Türkiye’ye kafa tutmaya kalktı. Bugün bakıyoruz Maliki yok. Kuzey Irak Türkiye ile sıkı ilişkiler içerisinde. Günümüzde Başbakan Ahmet Davutoğlu da, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuoğu da Irak ile iyi ilişkiler kurma adımlarını atıyorlar. Diğer ülkelere baktığımızda Mısır’da, Tunus’ta kısacası Arap coğrafyasında insanlar Müslümanların da demokrasi altında yaşama hakkı olduğunu dile getirerek bunu talep ediyorlar. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan bu talebin her zaman altını çizerek; “Müslümanlar krallar veya diktatörler altında yaşamak zorunda değildir, demokrasi Müslümanların da hakkıdır” diyor. Müslümanlar “biz demokrasi istiyoruz” dediler Mısır’da ve Tunus’ta sokaklara çıktılar. Türkiye modeli ile yola çıkarak “Türkiye’de halk yöneticisini kendisi seçiyor da, biz neden kendi yöneticimizi biz seçemiyoruz” talebini dile getirdiler. Mısır’da halk demokratik bir seçimle Muhammed Mursi’yi cumhurbaşkanı seçti. Demokratik tercihle seçilen Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi ne yaptı? İsrail ile uzlaşmadı, Mısır’ın kara sularını büyüttü, Sina yarımadasında İsrail’i rahatsız edecek adımlar attı, İsrail’in çok sorunları olan Türkiye ile dost oldu. Tüm bunlar yaşanırken Türkiye’de aynı Kenan Evren gibi hemen Sisi üretildi, demokrasiyle iş başına gelen Mursi devrildi. Şimdi burada AK Parti veya Türkiye ne yaptı diye sormak lazım. Özünde aslında Recep Tayyip Erdoğan’ın ve Ahmet Davutoğlu’nun bu coğrafyada gerçekleştirmek istedikleri Osmanlı’dan miras kalan, hiç bir şekilde ezmeyen ve emperyalist emellere dayanmayan ama Müslüman coğrafyanın demokrasi ve özgürlük kavramlarının tadını anlayarak yönetilebilir bir dünya coğrafyası kurmaktır. Bundan tedirgin olanlar, diktatörlerle işlerini daha iyi götürenler, emperyalist emeller onların sırtından ulaşanlar, Müslüman coğrafyasının ayaklanmamasından, cahil kalmasında ve despotların altında inlemesinden, ekonomik çıkarlardan yararlananlar elbette ki Esed’in Suriye’de, Malik’nin Irak’a Sisi’nin Mısır’da iktidarda kalmalarını istiyor, onlardan çıkar sağlıyorlar. Yani Müslüman coğrafyasındaki bir kral Mısır’daki demokrasiyi destekler mi, elbette desteklemez. Bugüne kadar İsrail’in tek kurşun sıkmadığı, İsrail uçaklarının tek bomba atmadığı IŞİD yaratıldı. IŞİD özünde İsrail’in kuruluş nedenleri ile IŞİD’in aynı topraklar üzerinde devlet içerikleri birbirine çok benziyor. Yani Tevrat’taki İsrail devleti ile IŞİD’in kurmak istediği İslam devleti arasında o kadar benzerlikler var ki, ilginçtir. Düşünün İsrail bu coğrafyada Esed’in uçaklarını hala bombalıyor. İran’da, Irak’ta, Lübnan’da bir şey olduğunda oraya adamlarını yollayıp burnunu sokuyor. İsrail’in Arap coğrafyasında bulaşmadığı hiçbir yer yok. İlginçtir, İsrail’in IŞİD’e karşı bir kurşun attığını duydunuz mu? Bu coğrafyada oynanan oyunları görüyoruz. O zaman Türkiye’de muhalefetin yada bir takım densizlerin yaptığı gibi AK Parti’nin “sıfır sorun politikası” iflas etmiştir, ne kadar yanlış politika, Türk dış politikası nereye gidiyor safsataları hepsi palavradır. Türkiye dik durdukça, yukarı doğru gittikçe, güçlendikçe ve İslam coğrafyasında iddialı oldukça birileri Türkiye’nin bu çabalarını sabote etmek için her şey yapıyor. Çünkü Türkiye başarılı olursa birilerinin kaybedeceği çok şey var ve sorun burada. Yani kâğıt üzerinde olan her şey doğru ama pratikte yaşananlar Türkiye’nin doğru adımlar atmasından kaynaklanmaktadır. Eğer biz eski sümsük, Kemalist oligarşinin Türkiye’si olmuş olsaydık ve fabrika bekçisi Murtaza rolünü oynasaydık, bu bölgenin jandarması biziz ve girdisinde çıktısında biz sorumluyuz diyerek jandarmalığa soyunmasaydık hiç kimsenin sorunu olmazsı sadece biz fabrikanın bekçisi Murtaza olarak devam ederdik. Geziyi de yaşamazdık, 17 Aralıklar falan da olmazdı. Bunca düşmanlığa, bunca kalleşliğe rağmen hala dik duran Türkiye’ye ye helal olsun demek lazım.
Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı, Ahmet Davutoğlu’nun başbakan olması size göre Türkiye’nin dış politikasında değişik yaşanır mı?
Aynı davanın peşinde koşan iki dostun, arkadaşın makamlarını sadece değiştirdiler, biri cumhurbaşkanı, diğer başbakan oldu. Özünde kavga, dava, 2023 yılı hedefleri aynı. Değişen sadece cumhurbaşkanı olan Recep Tayyip Erdoğan parti başkanı olamaz. Ayrıca cumhurbaşkanı olduğu bir parti başkanı gibi konuşmalar yapmıyor. Türkiye’deki seçmenler buna alışması gerekiyor. Cumhurbaşkanı olarak Türk dış politikasında önemli rolü var. Yurtdışında yapılması gereken misyonlar ile ilgili cumhurbaşkanı ve başbakan aralarında en iyi şekilde görev paylaşımını yapıyorlar. Hedefe giden yolda bakanlar ve diğer yetkililer dahi sorumluluklarını sırtlanmış vaziyette görevlerine devam ediyorlar. Bu açıdan bakıldığında iki cümle her şeyi ifade ediyor; “Durmak yok, yola devam”.
Avrupa Parlamentosu milletvekili olduğunuz dönemde, Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB üyeliği için evet dediniz. Kıbrıs’ta çözüme ulaşmayan müzakere sürecini de göz önüne alarak evet oyu kullandığınızdan dolayı hiç pişmanlık duydunuz mu?
O oylamada ben Türkçenin Avrupa dili olması umudunu taşıyordum. Yani Kıbrıs’a evet dediğim an Türkçe AB’nin resmi dillerinden biri olacak umudum vardı. Ancak, umduğumu bulamadım ve evet oyu kullanmamın defalarca hata olduğu belirtti. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne defalarca giderek bu hatamı ödedim. Rumlar benden çok nefret ederler, haklı sebepleri var diyebilirim. Bugün KKTC’de çok dostum ve sevdiğim insanlar var. KKTC için oradaki Türk kardeşlerimle de çok koşturdum. Kıbrıs’ı bayağı iyi tanıyan bir insan oldum. Kıbrıs’ta hem dostlarımı hem de düşmanlarımı çok iyi tanıyorum.
Tecrübeli bir siyasetçi olarak siyasete katılacak gençlere neleri tavsiye edersiniz?
Birincisi Almanya’da ve diğer ülkelerde yaşayanlar için söylüyorum Türk olmak çok değerli ve Türkiye bizim anavatanımızdır. Bunu kesinlikle unutmamaları gerekiyor. İkincisi yaşadığımız ülkelerde varlığımızın hak ettiği şekilde devam edebilmesi için, cumhurbaşkanımıza ders kitaplarında hakaret edilmemesi için, Türkiye’nin, Türk kültürünün ve dinimizin gerektiği gibi değer bulması, hak ettiği muameleyi görmesi için bizim de o ülkelerde yaşama da katılmamız lazım. Yani o ülkelerin gidişatına da katkı sağlamamız lazım. Ben eğer Almanya’da öylesine oturuyorsam o zaman Almana diyecek bir sözüm olmaz. Elbette ki, ben de bir taraftan tutmak zorundayım. Örneğin, sendikalarda, siyasi partilerde görev almalıyım. Bir yandan Türkiye’deki gerçeklerini anlatırken diğer yandan da Almanya’da yaşıyorsam, çoluğum, çocuğum orada doğup büyüyorsa ve benim ülkem konumuna geldiyse Almanya’nın gidişatına katkı yapmalıyız. Almanya’nın yükünü sırtlanmalıyım. Ama bu demek değildir ki, yalaka, onların uşağı olmalıyım ve onların emrine girmeliyim. Yada onlara şirin görünmek için Ermenilerle ilgili abuk subuk açıklamalar yapmalıyım veya diğerlerinin yaptığı gibi iki günde bir Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı kötülemeliyim. Böyle olmamalı. Böyle olmaması içinde ben orada olmalıyım. Çünkü ben orada olmazsam diğerleri orada olacak, o zaman benim diyecek sözüm kalmıyor. Bu açıdan gençlerimiz yaşadıkları dili çok iyi öğrensinler, iyi eğitim görsünler, eğitimde gördüklerini toplumla paylaşsınlar. Kökenlerini, kültürlerini unutmadan ama öte taraftan da bulundukları yerde de bir olsunlar. Varlıkları ile kendilerini hissettirsinler ki yarın hem o toplumda söz sahibi olsunlar hem de toplum içerisinde Türkiye’ye destek vermek istediklerinde yapabilecekleri bir şey olsun. Sadece, kahvede oturursak, sosyal hayatta aktif olmazsak, bazı görevler üstlenmek için bir şey yapmazsak o zaman ne kendimize nede ait olduğumuz topluma katkımız olur.
Son olarak AVRUPA’nın SESİ gazetesi ile ilgili olarak neler söylemek istersiniz?
AVRUPA’nın SESİ gazetesinin Belçika’ya Brüksel’e anavatanımız Türkiye’nin temsilciliklerine de ulaştığını görmek beni çok mutlu etti. Gazeteniz inşallah Almanya dışındaki diğer ülkelerde yaşayan soydaşlarımıza da ulaşır. Şunu açıkça belirtmek isterim ki, benim farklı konularla ilgili yayınlanmış çok sayıda yazılarım var ve AVRUPA’nın SESİ gazetesi olarak bu yazılarımdan altta kaynağını gösterdiğinizde rahatlıkla yararlanabilirsiniz. Yazılarımın AVRUPA’nın SESİ’de yayınlanması benim için onurdur, gururdur. Almanya geneline ve Balkanlar 10 bin adet olarak dağılan, bizim gibi ne istediğimizi bilen insanların çıkardığı bir gazetenin korunması ve desteklenmesi bizim için önemlidir. AVRUPA’nın SESİ ekibini tebrik ediyorum ve gazetenin yayın hayatında başarılar diliyorum.
Ramadan Molla / Gümülcine - Yunanistan
Anahtar Kelimeler: Belçika, Brüksel, Avrupa Parlamentosu, Ozan Ceyhun